26 Şubat 2010 Cuma
paul auster ve görünmeyen..
''görünmeyen'' 'i ilk çıktığında hemen aldım.. ama okumak istemedim.. biliyorum ki bitecek ve bende ondan mahrum kalacağım.. tekrar eski kitaplarına dönüp tekrar tekrar okuyacağım..
ne yazık ki bitmesini beklemeden yazıyorum.. sonunu şu an çok merak ediyorum.. her zamanki gibi boooool sürprizli, yine gizem, beklenmeyen çıkışlar, gerilim, sürprizler, iyi bir kurgu..
şu an ortaları geçtim ve merak içinde bitmesin ister oldum..
ismi neden ''görünmeyen''.. görünmeyen kelimesi , şimdiye kadar okuduğum ve dikkat ettigim kadarıyla bir kere geçiyor; kitabın 2. bölümünde adam'ın yazdığı kitap hakkında tavsiye istemesinin üzerine, jim kendisinden bir örnek veriyor.. kendisinin yazmış olduğu kitapta; kendisinden birinci tekil şahısta bahsederek kendini görünmez kıldığını, böylece aradığı şeyi bulmayı imkansızlaştırdığını söylüyor.. gerçektende bu kitap; kişiliklerin görünmeyenleri hakkında bu kitap.. ruhsal bozukluklar, farklı cinsel tercihler, cinayet... bir sürü şey.. uygar bir maskenin altına nasıl gizlenir.. nasıl görünmez olur..
ben 2. bölümün sonlarındayım.. ve 3. bölüm ne olacak beni nasıl şaşırtacak merakla bekliyorum..
bu adamı seviyorum.. ve daha çok yazsın daha çok çok çoooooooook yazsın istiyorum..
bu arada kitabın içine de tunaya ufak bir not yazdım.. bakalım o kaç yaşında bu kitabı okuyacak ve notu okuyunca gelip yanağıma bir öpücük konduracak... :)))
25 Şubat 2010 Perşembe
tepemdekiler..
kafam çok dolu, kızgın, fazla bıkkın açıkçası..
iş yaşantısı zor.. hele herkesin dürüst, etik ve işini doğru yapan kişiler olduğunu düşünürseniz..
pazartesiden beri birlikte gidip geldiğim bir arkadaşım artık benimle gidip gelmeyecek.. bazı yüksek egoların kurbanı oldu diyelim.. onunla gidip gelmeyi özleyeceğim..
24 Şubat 2010 Çarşamba
çalışmanın en renkli hali..
masanın üstündekiler..
23 Şubat 2010 Salı
22 Şubat 2010 Pazartesi
salyangozlar..
bu kış ne çok yağmur yağdı.. ve sanırım yağmaya devam edecek.. biraz önce hava durumu mesajı geldi.. çarşamba ve perşembe yağmurlu.. işe giderken yağmur yağmasını hiç sevmiyorum.. hele şemsiyemi almaya unuttuğumda yada fırtınalı bir yağmurda çöp tenekesine atmak zorunda olduğum şemsiyeleri düşününce.. ıygh.... demek geliyor içimden.. ama gercekten yağmur sonrası çok çok sevdigim en çok sevdiğim bir olay var ki.. :))
her yağmur yağdıktan sonra ortaya çıkan.. kafalarını sevimli sevimli uzatan salyangozlar.. çocukluğumdan beri niye bu kadar çok seviyorum ki onları.. babaannemin bahçesinde, en çok kimin salyangozu olacak diye koştururduk..hepsinin kabukları farklı farklı.. en güzelini kim bulacak acaba..?
şimdi dikkat ediyorum tuna da seviyor onları.. peşinden koşturuyor.. eline almaya çalışıyor.. bazen sadece kabuklarını buluyoruz.. evlerini terketmiş.. bazende evlerini buluyoruz sahipsiz.. terkedilmiş.. sedefli sedefli yollarını takip ediyoruz.. gülüyoruz.. eğleniyoruz..
kimseye varlıklarını fark ettirmemeye çalışarak.. arkasından parlak yollarını bırakırken.. ağır ağır.. sanki beni izle dercesine.. yağmurdan sonra açık, mis gibi kokan havada.. yüzlerine güneş vurunca.. şeffaf, antenleri bıcır bıcır hareketli, güzel bir yüz çıkıyor ortaya.. tıpkı Takashi Murakami tasarımları gibi.. :))
çalışma:Grape Frogg ( şu sıralar gerçekten çalışmalarını çok beğeniyorum.. zaten bu çalışmasını görünce salyangozları yazasım geldi.. :))
yaratma zorunluluğu..
sanatçı=?
cumartesi sabahı kahvaltı ederken bu kahvaltıyı dehşet içinde seyrettim.. hükümetimizin sanatçı anlayışı bu kadar kesin ve net belli olmuş oldu.. memleketimizin en büyük sanatçı ve aydınlarından olan nihat doğan ve safiye soyman ikilisinin yanı sıra.. askere gitmemek için profesyonel futbolcu lisansı alan ama daha sonra federasyon tarafından lisansı iptal edildiği için askere gitmek zorunda kalan alişan.. en iyi çiğ köfteyi yoğuran ibrahim tatlıses.. sabah programlarının vaz geçilmezi seda sayan.. ve sevgili kocası.. onur bişi.. izzet yıldızhan.. sinan özen.. bir gece şovunda ''abi diyarbakır'dan mı geldiniz hepiniz? dağdan mı?nerden geldiniz anlamadım yani. Moron moron bakıyorsunuz abi'' diyen demet akalın.. daha sayamadıklarım.. güzel ülkemin eşsiz sanatçı grubu..
tek anlayamadıklarım neşet ertaş, MFÖ ve arif sağ'dı.. haşlanmış yumurta yiyeceklerine.. keşke o soğukta tekel işçilerinin yanın da yürüselerdi..
ne yapmalı.. bu kültür(süzlük) nasıl değişmeli.. ?bu bakış açısı nasıl değişmeli.. ?
SANIRIM YAPACAK BİR ŞEY YOK...
HEMDE HİÇBİRŞEY..
19 Şubat 2010 Cuma
18 Şubat 2010 Perşembe
çalışma manzaraları..
murakami'ye devam..
''imkansızın şarkısı''
hiç bitmesin istedim.. hatta yavaş okumayı bile diledim.. bundan öncede ''sahilde kafka'' nın beni nasıl etkilediğini yazmıştım.. imkansızın şarkısı'ysa; çok melankolik bir kitap olmasına rağmen insanı içine çeken bir kitap.. aşk, ölüm, yaşam.. kendini bulmaya çalışma..
20'li yaşlardaki baş karakterin sıkı sıkıya bağlı olduğu çevresindeki herkez intahar ediyor.. ve o bunlarla yaşamaya devam ediyor..
yaşamla barışık olmak kolay... ama ölüm gibi bir bilinmezlikle barışmayı becermek.. tutkulu ve imkansız bir aşk..
sanırım kitabın en kötü tarafı orjinal dilinden değil, fransızcadan çevrilmiş olması.. keşke orjinal dilinden çevrilmiş olsaydı..
17 Şubat 2010 Çarşamba
bu haftanın 10 hali..
11 Şubat 2010 Perşembe
Fuji Kureta
hem ingilizce hem fransızca sözler var şarkılarda.. fransızca deniz'in uzun yıllar fransa'da kalmasından kaynaklanıyor.. ben özellikle bonjour'u çok sevdim.. tarif edemediğim bir his bıraktı içimde.. umarım yakın zamanda onları canlı dinleme fırsatı bulabilirim..
Toutes les femmes
Fuji Kureta MySpace Music Videos
10 Şubat 2010 Çarşamba
borusan filarmoni ve cem yılmaz..
cem yılmaz bu sefer sahneye arkası dönüktü.. ;)) aslında çok da değildi, sürekli biz izleyicilere laf attı.. bol bol orkestrayla ve protokolle uğraştı.. çok sevimliydi ve orkestrayı yönetirken hep yüzü gülüyordu.. sonunda ahmet kocabıyık cem yılmaza gümüş bir baget armağan etti ve bisini onunla dvorak 9. senfoni ile yaptı.. en komiği de korsakof'un arıların dansını plastik sinek öldürücü ile yönetmesiydi..